Salgınlar Çağı'nda Osman Elbek ve Kayıhan Pala Covid-19'un yeni varyantlarını ve Polio hastalığını konuşuyor.
Ömer Madra: Salgınlar Çağı’nda gezegenin durumu nedir?
Osman Elbek: Covid-19 pandemisiyle ilgili haberleri paylaşmadan evvel, bugünlerin hekimler için mükemmel günler olmadığını söylemek isterim. İzninizle iki konuya değineceğim. Bir bilim insanı kendi alanında bir görüş beyan ettiği zaman o görüşü kabul etmeyebilirsiniz, kınayabilirsiniz, doğrulukla, gerçeklikle bağlantısı olmadığını ifade edebilirsiniz ve hatta o görüş hakkında hukuki süreç de başlatabilirsiniz. Ama dün bir bilim insanına, Şebnem Korur Fincancı’ya yapılan şeyin nedeni belli değildi. Kaçma şüphesi bulunmayan, savcılığın talebi üzerine istendiğinde ifade verebileceğini belirten birinin sabah evini neden basarsınız, niye göz altına alırsınız? Bu süreçler aklıma Türkan Saylan’ı getiriyor. Bu uygulamaların hiçbiri Türkiye’ye yakışmıyor. Özgürlükten ve demokrasiden yana tutum sergilenmediğini işaret ediyor. Dahası soruşturmaların gizli olması gerekirken avukatların bile ulaşamayacağı bilgiler nasıl olup da medyada türlü haberin konusu hâline gelebiliyor? Bu pek çok kişiye yapıldığı gibi Şebnem Korur Fincancı’ya da yapıldı.
İkinci önemli nokta ise şu: Bir bilim insanının bireysel açıklamasına dayanarak, bu açıklama TTB (Türk Tabipleri Birliği) ve tabip odaları bağlamında yapılmış gibi bu kişiyi görevden almaya, TTB’ye kayyum atamaya kalkıyorsunuz. Bunu TTB’yi seçim yoluyla devirememiş bir siyasi iktidarın TTB’yi ele geçirme çabası olarak okuyorum. TTB bu ülke için çok önemli bir örgüttür. Uzağa gitmeye gerek yok, eğer Covid-19 pandemisinde TTB olmasaydı, bu ülke neler yaşandığını bilmeyecekti.
Kayıhan Pala: Bir bilim insanını onu doğrudan ifadesini almak için çağırmak yerine gözaltına almak ve sonra TRT başta olmak üzere bir takım görüntüleri gazetecilik etiğine de sığmayacak şekilde paylaşmak, içinde bulunduğumuz durumun ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. İkinci vurgu da çok önemli, kendisinin bir kişisel açıklaması nedeniyle, ne TTB merkez konseyinde ne de tabip odalarında böylesine bir karar süreci alınmamışken, bu açıklamayı baz alıp TTB’yi zora düşürecek bir yönteme başvurmak da kabul edilemez. TTB, meslek örgütleri, o mesleğin üyeleri ve seçimle gelen yöneticiler tarafından yönetiliyor. Dolayısıyla eğer seçim kavramı bir değerse o zaman bu değere başta siyasetçiler olmak üzere toplumun bütün kesimlerinin sahip çıkması beklenir.
Covid-19'un yeni varyantları
O.E.: Covid-19 pandemisine dönersek, dün akşam geç saatlerde DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) raporunu yayımladı. Geçtiğimiz haftadan bu yana vaka ve ölümlerde dünya genelinde azalma var. Bildiğiniz gibi DSÖ’nün verileri 2 gün öncesine dayanıyor. John Hopkins Üniversitesi’nin son 7 günlük verilerini derledim. Güney Amerika’da, Afrika’da vaka artışı var. Yine DSÖ en çok vaka görülen 5 ülke arasında 3 tanesinin Avrupa’dan olduğunu gösterdi: Almanya, Fransa ve İtalya. Ölümlerde de Avrupa’da artış var: İtalya’da yüzde 20-25 bandında, Fransa’da da artış görüldü. Ölüm oranları Rusya’da da artışta. İlginç bir gelişme ise Çin’den: Hem vaka hem ölüm artıyor Çin’de. Çin hâlâ sıfır vaka politikası izliyor ve bu politika doğrultusunda üniversiteleri kapattı. Avrupa’da da 3 ülke, Monako, Malta ve İspanya’da çok ciddi bir artış başladı, yüzde 20-25 bandında. Bu durumla bağlantılı gelecek projeksiyonu yapabilmek adına 3 varyanta da atıfta bulunmak lazım. Biri XBB varyantı, BA2 10.1 ile BA2 2.75’in karışımı bir yeni varyant. Şu an Singapur’u vuruyor ve daha çok Asya ülkelerinde gözleniyor. Dünyada 35’ten fazla ülkede şu an tespit edilmiş, ilk Hindistan’da tespit edilmişti. İkincisi, BJ1. Bu BA2’nin bir alt türü. İlk kez Temmuz ayında, Hindistan’da tespit edilmişti. Şu an Amerika ve Avrupa’da, özellikle de Danimarka’da etkili bir varyant hâline geliyor gibi gözüküyor. Bildiğimiz tek gerçek BA5’ten, yani şu an dünyayı kasıp kavuran Omicron’dan daha fazla mutasyon barındırdığı. Bunun etkisinin ne ölçekte olacağını bilmiyoruz. Üçüncü varyant ise bizi çok ilgilendiriyor: BQ1 ve BQ1.1 varyantı, u orijinal BA5 varyantından ilerlemiş bir soy. Şu an Avrupa’da bu soy egemen hâle geliyor ve şimdiden dünyada 65 ülkede saptandı. Avrupa Sağlık Dairesi, Kasım ortası ve Aralık ayında Avrupa’da yaşanacak dalgayı bu soyun oluşturacağını ifade ediyor. Fransa’da da yüzde 19’a kadar ulaştı. Bunun bizim açımızdan önemi, Avrupa’da dalga olduktan sonra hemen hemen aynı varyantın 4 hafta içinde bize de ulaşacak gibi gözükmesi. Kuvvetle ihtimal BQ1 ve BQ1.1’le biz de bir dalga yaşayacağız.
Son bir veriyi paylaşıp Kayıhan’ın görüşünü isteyeceğim. Halk Sağlığı Uzmanları Derneği ve diğer dernekler hâlâ Covid-19 pandemisini büyük bir özenle takip ediyor. 2022’de yeni bir raporları yayımlandı, bu raporda üç çok önemli atıf var. Birincisi, 23 Eylül 2022 tarihinden itibaren temaslı takibini amaçlayan modül kapatıldı. Hiçbir vakanın, aşısız bile olsa, yakınlarının takibi yapılmıyor. Yani Türkiye’de hastalığın seyrini izlemek, varyantların hareketini takip etmek artık mümkün değil.
Ö.M.: İzleme tamamen bitti diyebilir miyiz bu durumda?
O.E.: Bu vaka takip modülünün de kapatılmasıyla, Eylül sonu itibarıyla izleme sona erdi. Hastayla temaslı ve 6 aydır aşısız olanlar bu modüle kaydediliyordu. İkincisi, aşılamaya dikkat edilmiyor. Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, “Temmuz’da 2 milyon dozun üstünde aşı yaptık. Ağustos’ta 1,5 milyon dozun üstünde, Eylül’de sadece 300 küsür bin aşı yapabildik ki yaklaşık günlük 10 bine düştük” diyor. Son 24 saat verisine baktım, aşılama 6 bin civarında. Yani artık aşılama da durdu.
Özdeş Özbay: Toplam sayı var mı, biliyor musunuz Osman Bey? Yani şu anda nüfusun yüzde kaçı aşı olmuş durumda?
Türkiye'de Covid-19'la mücadelenin bilançosu
O.E.: Ne yazık ki 18 yaş altına aşı yapıldığı hâlde Türkiye verileri 18 yaş standardıyla veriyor. Bugün Türkiye’de iki doz aşı yapılma oranı yüzde 63.6. Türkiye’de olağanüstü bir aşı eşitsizliği var. Örneğin Batı Marmara’da iki doz aşılama oranı yüzde 69 iken Güneydoğu Anadolu’da yüzde 42. Nüfusunun yüzde 60’ını aşılamamış olan bölgeler ise kritik önemde. Örneğin Güneydoğu Anadolu, Orta Anadolu, Kuzeydoğu Anadolu bölgeleri ve bir şehir olarak İstanbul, yüzde 60’ın altında iki doz aşılama oranıyla çok ciddi eşitsizlik barındıran yaşam alanlarının başında geliyor. Eşitlikçi bir aşılama faaliyetine girişilmesini Halk Sağlığı Uzmanları Derneği de öneriyor. Bir halk sağlığı uzmanı olarak sen ne dersin Kayıhan?
K.P.: Sağlık Bakanlığı en son haftalık verisini 2 Ekim’de açıkladı. 2 Ekim’den 27 Ekim’e kadar ne olduğuna ilişkin Sağlık Bakanlığı’ndan herhangi bir açıklama yok. Yaptığı açıklamaların içeriğini tartışmak ayrı bir sorun oluşturuyor. Hem vaka sayıları hem de ölüm sayıları açısından ciddi problemler var. Sağlık Bakanlığı bir yandan vaka takibini bırakıp bir yandan da verileri yayınlamayarak bu iş bitmiş gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyor. Ama hem Avrupa’nın hastalık kontrol merkezleri hem de DSÖ pandeminin bitmediği konusunda bizi uyarıyor ve bu yılın son çeyreği ile önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde yeni dalgalar görülebileceğini vurguluyor. Covid-19 nedeniyle yoğun bakıma yatan vakalardan söz edelim: Son zamanlarda başta Almanya olmak üzere Avusturya, İtalya ve Hollanda özelinde yoğun bakıma yatan hasta sayılarında da artış var. Yani bütün dünyada vaka takibi yapmak gitgide zorlaşıyor ve vaka sayılarındaki artışın yarattığı bilanço kötüleşiyor. Türkiye’deki BQ1’in 10 Ekim itibarıyla analiz yapılan bütün vakalar içerisinde yüzde 5’e ulaştığını görüyoruz. Bu durum, önümüzdeki haftalardan itibaren daha bulaşıcı olduğu bilinen yeni bir hastalık dalgasını karşımıza getirebilir. Buna karşın, Sağlık Bakanlığı ve TÜİK 2020 yılı ölüm sayısını açıklamadı. Covid-19’dan söz etmiyorum. 2020’de Türkiye’de kaç kişi öldü? Yanıtını vermediler, 2020’yi hiç bilmiyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın 2020 istatistiklerine baktığımızda bu yıla ait verilerin çok sınırlı olduğunu görüyoruz. Bakın 2022 yılının son 2 ayına girmek üzereyiz, Sağlık Bakanlığı daha 2021 yılı istatistik yıllığını yayımlayabilmiş değil. Sağlık Bakanlığı bu süreci gerçekten yönetemiyor, verileri ortaya koyamıyor. Bir yandan aşı sayısı azalıyor, bir yandan 11 yaşın altına çocuklar için aşı getirmemiş durumda. Çocuklarını aşılatmak isteyen anne babalar çaresiz. Öte yandan, özellikle mRNA aşılarının Omicron’a karşı daha etkili olduğu bilinen yeni versiyonları Batı ülkelerinde kullanılmaya başlandığı hâlde Sağlık Bakanı bu konuda tek bir cümle bile etmiş değil. Sağlık yönetiminin pandemiye verilen yanıt açısından istenen performansı göstermekten çok uzak olduğunu söylemek gerek.
Ö.M.: Bundan önce daha düzenli bir şekilde veriliyordu yıllık istatistikler, hatta aylık ve günlük olgulara ilişkin birçok veriyi burada, Açık Radyo’da konuşma, paylaşma fırsatı buluyorduk. Şimdi neden böyle bir sessizlik hâkim oldu?
K.P.: Çünkü verileri yayınlarlarsa hastalığın sürdüğü daha net ortaya konmuş ve toplumun büyük kesimi tarafından algılanmış olacak. Oysa Sağlık Bakanlığı bir başarı hikâyesi yazmaya çalışıyor. Biliyoruz ki başarı hikâyesini yazarken ilk önce “Hidroksiklorokin bizde kullanılıyor, bu yüzden biz başarılıyız” demişti sayın bakan, sonra hidroksiklorokinin bu hastalıkta bir etkisi olmadığı kanıtlandı. Sonra “Favipiravir kullanıyoruz, o yüzden başarılıyız” demeye başladı. Favipiravirin de bu hastalığın tedavisinde etkili olmadığı ortaya çıktı. Dolayısıyla başarı öyküsü yazılacak bir durum yok. Üstelik Türkiye’de risk grubu açısından bakıldığında Batı toplumlarına göre daha genç bir nüfus olduğu için aslında pandeminin yıkıcı etkisinin daha az olmasını bekleriz. Örneğin bizde 65 yaş üstünün nüfusa oranı yüzde 9,7 civarında, bu oran Almanya’da yüzde 22’nin üstünde. Bu hastalık ağırlıklı olarak 65 yaş üstündekilerde daha ciddi sorunlara yol açtığı için yaşlı oranı yüksek ülkelerde kronik hastalıklarla birlikte etkisini hem yoğun bakımlara yatış hem de ölümler açısından daha yoğun göstermesini bekleriz ama öyle olmadı. Türkiye maalesef bu pandemiye güçlü bir yanıt veremediği için, özellikle 5 Mayıs’ta, DSÖ’nün açıkladığı modele bakılacak olursa, çok ciddi ölüm sayılarıyla karşımıza geldi. Öyle ki Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı ölüm sayısından DSÖ’nün modeline göre Türkiye’de hayatını kaybedenlerin 3.2 kat daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla verileri yayınlamayarak sanki böyle bir durum yokmuş gibi bir algı yaratıldığı kanısındayım.
O.E.: Türkiye’nin bir stratejisi olarak vakalar hâlâ geç yayınlanmaya devam ediliyor. Aşılar konusunda iki gelişme ve üç kötü haber vermek gerek. Biri 23 Eylül’de Lancet’te yayımlandı. Küba’nın Abdala aşısı, rekombinant protein alt birim aşısı, üç doz yapılıyor ve tam aşılanmış kişileri yüzde 98 oranında ölümden koruyor. Her yaş grubunda da yüzde 90’ın üstünde etkin. Bu durum, yoksul, ambargo altındaki bir ülkenin şehir hastaneleri gibi betonlara para yatırmayıp bilime, teknolojiye para yatırdığı zaman DNA ve RNA teknolojileriyle aşı üretebileceğini ve bunu da saygın uluslararası dergilerde tüm dünyanın bilgisine, dikkatine sunabileceğini gösteriyor. İkincisi aşı haberi ise Çin’den geldi. Geçtiğimiz aydan itibaren Çin’de solunabilir bir Covid-19 aşısı uygulanmaya başlandı: Convidecia Air. Bu aşıyı CanSino şirketi üretti. Bu viral bir vektör aşısı ve aynı zamanda ilk solunabilir aşı. Koruma gücü, kullanım kolaylığı ve yoksul ülkelere ulaşılabilirliği düşünülerek takip edilmesi gerekiyor.
Çin yapımı solunabilir aşı: Convidecia Air
Ö.M.: Solunabilir aşı derken, sprey şeklinde olduğunu mu ifade etmek istiyoruz?
O.E.: Evet, vücuda nefesle alınabiliyor. Bu aşıyla ilgili gelişmeleri dinleyicilerimizle paylaşacağız. Olumsuz haberler bağlamında ise Hindistan, Fransa ve İsviçre’den üç gelişmeyi paylaşmak istiyoruz. Hindistan Serum Enstitüsü, 100 milyon doz Covid-19 aşısını imha ettiğini açıkladı çünkü tarihleri geçmişti. Neden? Çünkü insanlar iki dozdan sonra hatırlatıcı yapmamaya başladı. İnsanların salgından bıktığı söyleniyor. Hindistan’daki iki doz aşı oranı ancak yüzde 70’i aşmasına rağmen Türkiye’den daha iyi. Talep az olduğu için Hindistan aşı üretimini durdurdu. Fransa da 30 milyon dozu aynı nedenle imha etti. Hatta bazıları, “Ne olur öbür ülkelere bağış yapın” dedi. Biliyorsunuz, düşük sosyoekonomik düzeydeki ülkelerin nüfuslarının sadece yüzde 23’ü aşılanabildi. Geçtiğimiz haftalarda hatırlarsanız İsviçre’de 10 milyon doz imha edilmişti ki bunun parasal karşılığı 294 milyon euro’ya karşılık geliyordu.
Ö.Ö.: Kanada da nüfusunun 9 katı kadar aşı siparişinde bulunmuştu.
O.E.: Bir tarafta aşıya ulaşamayan bir dünya halkı, öbür tarafta kullanım tarihi geçtiği için yok edilen aşılar. Ne dersin Kayıhan? Bu kadar hoyrat, bu kadar eşitsiz bir dünyada yaşıyoruz değil mi?
K.P.: Bu, küresel kapitalizmi sorgulamadan bizim ne salgınlar çağını ne de Ömer Bey’in çok duyarlı olduğu iklim krizini sorgulayamayacağımızı bir kez daha ortaya koyuyor. Küresel kapitalizmi herkes sorgulamak zorunda.
Çocuk felci ve koronavirüs
O.E.: 24 Ekim Dünya Çocuk Felci Günü de gündemde. O nedenle Polio ve Covid-19 yani çocuk felci ve koronavirüsü konuşmak istiyoruz. 24 Ekim bana tabii ki John Edward Salk’ı hatırlatıyor. Patent istemeyen, aşısını insanlığa ithaf ve armağan eden bu bilim insanını anmak için 24 Ekim Dünya Çocuk Felci Günü, DSÖ tarafından seçilmişti. Çocuk felci tekrar dünyanın önemli bir sorunu hâline gelmeye başladı. Örneğin Birleşik Krallık’ta son vaka 1984’te görülmüştü. Dünyada sadece Afganistan’da ve Pakistan’da endemik olarak görülüyordu. Ancak Batı ülkeleri dahil olmak üzere aşılama oranlarının düşmesi Polio, çocuk felci hastalığını yeniden önemli bir sorun hâline getirdi. Örneğin 2021’de 6 vaka varken 2022’de 29 vakaya görüldü. Aşılamada da benzer bir şekilde bunu teyit eden bir düşüş var. 2020’de dünyada aşılanma oranı yüzde 83 iken, 2021’de yüzde 80’in altına düştü ki son 14 yılın en düşük değeri bu. Covid-19’da bu çocuk felci hastalığının görülme riskini arttırdı. Çünkü Covid-19 nedeniyle takip yapılamadı, aşılama faaliyetleri aksadı, hastaların sağlık hizmetlerine başvurularında azalma oldu. Özellikle yoksul kesimler için gerçekleştirilen kampanyalar, sosyal yardımlar olumsuz etkilendi pandemiden. En önemlisi de oral yollarla kullanılan Polio ilacının üretiminde ve dağıtımında ciddi bir azalma gerçekleşti. O nedenle salgınlar birbirlerini tetikliyor diyebiliriz. Salgınları yaratan temel ekolojik bozulmayı hep birlikte önlemezsek, birinden kurtulsak dahi öbürü problem yaratacak gibi.
Enteresan bir veriyi sunup Kayıhan’a sözü bırakmak istiyorum. Küresel çocuk felcini yok etme girişimi Dünya Sağlık Zirvesi’nde çok yeni. DSÖ de bu hastalık için devletlerden hibe istiyordu ve bulamıyordu. Ulaşması gereken son miktar 4.8 milyar dolar idi. DSÖ, Dünya Sağlık Zirvesi’nde 2.6 milyar Dolar fon bulduğunu büyük bir mutlulukla açıkladı. Ne yapacak? Yaklaşık yarı fiyatı bulabildi. 2022–2026 arasında 370 milyon kişiyi aşılayacak, 50 ülkede de Polio takibi yapacak. Hedef bu, buna ulaşabilmek için istediği rakamın yarısını bulabildi. Peki kimler verdi? Örneğin Türkiye Cumhuriyeti 20 bin Amerikan doları bağış yaptı. Almanya 72 milyon euro, Amerika 114 milyon dolar yardım yaptı. Tabii 20 bin dolar ile 114 milyon doların kıyaslanamayacağı ortada. Zengin ülkeler zenginlikleri oranında, daha fazla yardım yapıyor. Tam da bunu tartışmak lazım, Amerika 114 milyon dolar hibe yardım yaparken, bu programa Melinda Gates Vakfı 1.2 milyar dolar hibe yardım yaptı. Bir vakıf, bir ülkeden daha çok yardım yaptı yani. Bir tür hayırsever kapitalizmi, filantropik bir kapitalizm tahayyülü bu. O zaman bu devletler, bu ülkeler niye varlar? Sadece gazlar, coplar, dayaklar, gözaltılar için mi? Neden sağlığa para ayırmak yerine bu konuları vakıfların hayırseverlik işlerine bırakıyorlar? Hem Polio vakaları hem de bu sözünü ettiğim finansal boyut için ne dersin Kayıhan?
K.P.: Bizi dinleyenler Polio özelinde şu sorunun yanıtını merak ediyordur: Bütün dünyada 20 küsur vaka var, niye bu kadar önemsiyorsunuz ki? Oysa Polio’da şöyle bir sorun var: Çocuk felcinde tek bir çocuk enfekte kaldığı müddetçe dünyanın bütün ülkelerindeki çocuklar risk altında. O yüzden tek bir çocuğun bile enfeksiyonunu önlemek zorundayız ki bu hastalığın kökünü kazıyabilelim. Biz buna epidemiyolojide eradikasyon diyoruz. Bu hastalık su, besinler ve ağız yoluyla alınıyor, dolayısıyla yayılımı çok kolay. O yüzden de tek bir çocuğun bile enfekte olmayacağı bir dünyayı oluşturmamız gerek. Dünya Sağlık Asamblesi, 1988 yılında dünyadan çocuk felci hastalığının kökünün kazınması kararını aldı. Bugüne kadar bu mümkünken başarılı olunamadı. Ciddi bir kamu katkısı gerçekleşmedi. Ülkemizde ilk aşı 63 yılında uygulandı, son vakamız 1998 yılında, dolayısıyla 2002 yılında DSÖ Türkiye’yi çocuk felcinden arındırılmış ülke olarak tanımladı. 17 yıldır da bizde çocuk felci vakası yok fakat Suriye’de 2013’te, Irak’ta da 2014’te vakalar bildirildi. En son ABD’de, New York eyaletinde Temmuz 2022’de aşılanmamış bir kişide çocuk felci vakası bildirildi. Bunun en önemli nedenlerinden birisi aşılamanın küresel olarak uygulanamaması çünkü tedavisi olmayan bir hastalık ama aşıyla tamamen ortadan kaldırılabileceği de bilinen bir hastalık. Salk'ın 1955’te “Güneşin patentini alabilir misiniz?” diyerek patenti dışlayıp ilk aşıyı ortaya koymasından sonra dünya etkili bir aşıyla tanışmıştı. Daha sonra Albert Sabin de 1960’larda, bu sefer oral yani ağızdan alınan bir aşıyı tanıttı. Onun da ilginç bir hikâyesi var. ABD’de Jonas Edward Salk bu aşıyı bularak ulusal kahraman hâline geldi. O sırada Albert Sabin de ağızdan alınan bir aşıyla uğraşıyordu. Fakat Amerika’da Salk’ın da aşısının olmasının etkisiyle kendi aşısının saha denemesi için destek alamadı. Bunun üzerine Sabin, 1957’de Sovyetler Birliği’yle görüştü. Sağlık Bakanlığı, Sovyetler Birliği’nde bu aşıyla ilgili saha çalışması yapmayı kabul etti ve 1960’ta saha çalışması başarılı olduktan sonra Amerika’da da 1961’de bu aşı üretilmeye başlandı ve DSÖ bu aşıyı onayladı. Dolayısıyla, 1960’lardan itibaren yaygın olarak kullanılan oral Polio aşısı bütün dünyada kullanıma açılmış oldu. Üretimle ilgili ticari engel olmadı ama dünyadaki dağılımı istenen düzeyde gerçekleşmedi. Özellikle geri kalmış ülkelerde bunu üretmekle, dağıtmakla ve uygulamakla ilgili sorunlar vardı. Karar çok eski bir karar olmasına rağmen bugüne kadar bu aşıya dair türlü sorun giderilemedi. Fakat Polio aşılarıyla ilgili şu bilgi çarpıcı: Bu aşılar sayesinde bugüne kadar en az 18 milyon çocuğun çocuk felcinden kurtarıldığı tahmin ediliyor. 18 milyon! Aşıların ne kadar güçlü bir etkisi olduğunu göstermesi bakımından önemli bir sayı bu. “Aşı candır” deyişimizin hayatta nasıl bir karşılığı olduğunu göstermesi bakımından da önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum.